Mahallede cenaze olduğu zaman evlerde televizyon açılmazdı eskinden. O evlerden birinde büyüdüm ben de. Çocuktum, bir gün anneme, ‘neden açmıyoruz sesini buradan duymazlar ki’ dedim. Yüzüme baktı ‘duymazlar ama onlar ağlarken biz gülelim mi?’ demişti. Başkalarının ağlaması o zamanlardan beri benim de üzüntüm oldu işte. Ateş düşmüş evlerde yemek pişmezdi. Komşular yapar götürürdü, ev boş bırakılmazdı. Gösteriş yarışı yoktu, iyiliğin kaydı tutulmazdı. Saygı vardı, insanlık hâlâ yaşıyordu… Sonra bir şey oldu bir yerlerde, ağıtlara davul zurna sesi karıştı, kimse kimsenin çığlığını duymaz oldu. Yürekler kör, yürekler sağır oldu!
Tek tip insan yetiştirmeye planlı sistemde herkes birbirine benzer oldu. Cehalet ve saygısızlık özgüven olurken, bencillik kendine değer vermek oldu. Vefa, herkesin bildiği gibi yalnızca bir semt adı şimdilerde...
Olduğu gibi değil de olmak istediği gibi gösteriyor herkes kendini, bir ‘post’luk hayatlar dünyasında! En mutlu, en güzel, en haklı, en başarılı. Her şeyin en’i sensin evet, en büyük sen! Gerçekliği bir hashtag kadar… Acıyı ve mutluluğu paylaşmak için yan yana olmaya gerek duyulmuyor artık. Kimsenin kimseye ihtiyacı yok belli ki, kalabalık yalnızlık mı sanmam, çoklu kişilik bozukluğudur bunun adı.
Direniyorum! Ama içim, sevgisi hırsa ve kibre yenik düşmüş yaşayan ölüler mezarlığı...