“Sen, mübadele gemisi “Gülcemal” kadar yalnızın orada biliyorum ve çok üzülüyorum. Ne tuhaf değil mi? Adında gül olmasına rağmen acıların her halini, her türünü, her şeklini gördü bu gemi. İsmi kadar güldüremese de, denizin orta yerinde, ona eşlik eden balıklarla amacına adım adım gitti. Tıpkı senin gibi. Gülemeden sessiz, ve derinden…
Üşüyorsun biliyorum. Ah! İmkanım olsa kocaman bir ateş yakmaz mıydım senin için? Ateşi ve dumanı biz olan. Külüne de koruna da razıyım ben. Hatırla bak! Sıcak bir söze nasıl sığındığımızı. Hava soğuyunca değil yüreği soğuyunca başlarmış meğer insanın kışı. Üzülüyorum… Bu kış seni ilk defa yalnız bıraktım.
Yalnızlığı hiç sevmediğini biliyorum, onun için bu menekşeler. Onlar açtıkça yalnız kalmazsın. Maviye meyilin vardı, çoğunu mavi ektim. Biliyorum toprağını ve yerini sevmeyen menekşeler açmaz. Ama ben eminim bunlar açacak. Senin varlığın bana nasıl yettiyse bu çiçeklere de yetecek. Ben! Şimdi varlıksız kaldım. Bilmem nasıl baş edeceğim.
Bu anılar… Bir bakmışım gözlerim de… Bir bakmışım sözlerimde… Ne gecesi var, ne gündüzü. Çölün serabı olsa gerek… Ne zaman karşıma çıksalar burnumun direğini sızlatıyorlar. Acın artık bana okul… Sol yanım çok ağrıyor bugünlerde.
Toprak kokusunu hiç sevmezdin, onun için sarı kum getirdim sana deniz kenarından. Kokusunu azaltır mı bilmem ama benim gönlümü bir parça ferahlatıyor. Bu ferahlık buradan ayrıldığım an ecelim oluyor. Nefesimi burada bırakıyorum, sanırım ondan.
Son söz diye başladığım her cümlem sanki ilk söz gibi. Gidemiyorum kalamıyorum; en kötüsü göremiyorum, duyamıyorum. Artık bu mezar benim evim. Belki nefes almıyorsun ama yine de yaşıyorsun işte. Sol yanım her zaman senin. Bu adını ağzıma alamadığım merete yakalandığın gün söyleseydin her şeyi, burda mı olurduk hiç? Neden sustun? Neden söylemedin? Kendi Gülcemaline bensiz neden bindin? Ben senden vazgeçemiyorken…
Derinliği gözükmeyen bir çukur bu içine düştüğüm. Yolu yordamı, yorgun. Hisleri, üzgün. Mavisi, solgun. Sessizliği, uçsuz bucaksız. Su verene yoksul, bir avuç toprak atana muhtaç. Sahi; tohum toprağa gömülünce filizlenirdi değil mi?”
Babam hep böyle ağladı annemin ardından. Hiç dinmeyen yaşlarına duyguluları da karşılık verdi hep. Kolay değildi ki… Annemi, on sekiz yaşında bir bahar günü görüp, göl yeşili gözlerine kendi mavi gözlerini kilitlemişti. Eski zaman sevdaydı onlarınkisi. Gözlerin ve davranışların konuştuğu… Emek ve sevginin, saygıyla ilmek ilmek dokunduğu. Bir gülüşün bir gülüşe bir
ömür kattığı. Zamanın kendisiyle terbiye ettiği. Sevda deyince çiçek açardı her ikisi de. Orta yolu bunca sene öyle güzel bulmuşlardı ki, annem babanın hakkı ödenmez derdi bana. El ele tutuşmayı ayıp görseler de, gönül gönüle bir tutuşmaları vardı ki sormayın. Sokağın başından bir çocuk seli geçti sanırdınız. Çığlıklar, duyabilen için derinden. Bahar gelmeden tek çiçeklenen onların sevdasıydı. Kış ayını da bahardaki çiçeklerin hayaliyle geçirirlerdi zaten. Yıllar içinde saçları dökülse de annemin, babam dökülen saçlarını görmeden destanlar yazdı ona. “Hala ilk günkü kadar gür ve sarı saçlar görüyorum ben.” derdi. Ve eklerdi “Sarı saçlarını deli gönlüme…”. Ama Bir gülüşe sığabilen hüzünler, koca bir hayata sığamadı malesef…
Annem, babam üzülmesin diye sakladığı kansere tek başına yenik düşmedi. Ailecek yenildik bu hastalığa. Kolumuzu kanadımızı bizden aldı. Bizide artık uçamayacak konuma getirdi. Her rahatsızlanışında babam bir şeyler seziyordu sanki. Ama annem her zaman ki gibi geçiştiriyordu. Bir gün annem evde bayıldı ve onu apar topar hastaneye kaldırdık. Biz hafif bir şeydir diye ümit ediyorken doktorun söylediği kelimelerle yıkıldık. Annem meme kanserinin son safhasındaydı. Yapılacak bir şeyin kalmadığını söyleyen doktor halimize acıdı ve mutlaka araştırma yapacağını söyledi, “Bir şeyler bulunca da size döneceğim.” diyerek ekledi. Bir umut dalı tutuşturdu elimize. Ama toprağı olmayan.
Zaman; rakamları yaşamayan bir vakittir. Akrep ve yelkovan kendi etrafında sana bir şey katmadan döner. Sende sadece bakmakla yetinirsin. Böyle tam iki hafta geçirdik ve bir gece babamın feryatlarıyla büyüdüm ben. Annesinin biricik, şımarık kızı kocaman oldu bir gece de. Baharla başlayan bu sevda, soğuk bir kış gününde nihayetine erdi. Ardında yaşamayı bırakan babam ve büyüyen kızıyla…